Q, W, X son anda alfabeden cıktı

Kaynak : Akşam
Haber Giriş : 20 Eylül 2009 17:40, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Gürkan Hacır'ın yazısı

Tartışma yeniden alevlendi. Q, W ve X harfleri Türkçe'ye neden girmedi? Üç yasaklı harf, neden Harf Devrimi dışında kaldı? Peki, şimdi alfabeye girer mi? İşte Enver Paşa'nın 'Enveri' alfabesinden başlayıp resmi dile uzanan Türk dilinin serüveni

Öncelikle bir hususu belirtmem gerek. 1 Kasım 1928'de yapılan Harf Devrimi'ne hep tedbirli yaklaşırım. Çünkü bu devrimle toplum bir gecede dilsiz kalmış, dahası yeni dile adapte olacağım derken eski dilin tüm kültürel zenginliğinden hızla kopmuştu. İçerisinde başka dillerden sözcükler de bulunmasına karşın kaldırıldığı güne kadar Osmanlıca tam 80 bin sözcükten oluşuyordu. Oysa şimdi kullandığımız dil yaklaşık 30 bin kelime. Yani biz Osmanlı'yı kaybederken sadece toprak kaybetmedik, aynı zamanda çok büyük bir kültürel mirasımızı da yitirdik. Dilde sadeleşme ve özleşme çalışmaları beraberinde edebi bir tasfiyeyi de getirdi. Kendi edebiyatımızı/tarihimizi okuyamaz olduk. İşin politik gerekliliklerine veya tarihsel zorunluluklarına hiç girmeyeceğim. Ben sadece durum tespiti yapıyor ve geçiyorum.

UNUTULAN ALFABE: ENVERİ

Tarihimizdeki alfabe tartışmaları her ne kadar Tanzimat döneminde başlasa da esasen 2. Meşrutiyet döneminde alev almıştı. Aydınlar-yazarlar hemen herkes bu tartışmanın içine girmişti. Çok farklı düşünceler belirse de üç eğilim öne çıkmıştı.

- Arap alfabesini Türk fonotiğine uygun olarak dönüştürmek,

- Doğrudan Latin alfabesini almak,

- Orhun ve Uygur alfabelerini kullanmak.

Bu ilk tercih Enver Paşa tarafından hayata geçirildi. 1913 yılında Enveri alfabesi olarak bilinen alfabe, Arap harflerinin ayrık yazılması ve bunlara sesli harfler eklenmesiyle oluştu. Öncelikle ordu içinde kullanılması zorunlu kılındı. Enver Paşa'nın talimatıyla yapılan bu alfabeye 'Enveri' ya da 'Ordu alfabesi' de dendi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca bu alfabe hiç kullanılmadı. (Enver Paşa'nın ezeli rakibi Genelkurmay İkinci Başkanı Hafız Hakkı Bey maiyetindeki askerlere iki ayrı yazı ile evrak getirmeleri talimatını vermişti.)

SOVYET TÜRKLERİ'NDEN ALINDI

Cumhuriyetin ilanından sonra alfabe tartışmaları devam etti. 1928 yılı ilkbaharında Atatürk'ün talimatıyla bir komisyon kuruldu. Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın, Ahmet Cevat Emre, Ahmet Fazıl Aykaç gibi isimlerden oluşan komisyon yeni alfabe üzerinde çalıştı. Önce Arnavut dil bilimcilerinin çalışmaları ardından Sovyetler'deki Türki cumhuriyetlerin alfabe çalışmaları incelendi.

Bakü Türkoloji Kurultayı'nda toplanan dil komisyonunun çıkarttığı 'Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası'nda yer alan 33 harften 29'unda karar kılındı. Bunların çoğu Latin alfabesinde yer alan harflerdi.

Bilal Şimşir 'Türk Yazı Devrimi' isimli çalışmasında 'Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası' ile günümüz alfabesini karşılaştırır:

'Sovyet Türkleri yeni alfabesinin 33 harfinden dördü, Türkiye alfabesinde yoktur. Bunlar Latin alfabesinden alınmış (Q) ve değişik (N) harfiyle Rus alfabesinden alınmış açık (E) ve (X) harfleriydi. Başka bir deyişle Sovyet Türk alfabesinde ikişer tane (E) (N) ve (H) harfi ile fazladan bir (Q) harfi vardı.'

TÜRKÇÜLER İSTEMEDİ

Ama dil çalışmalarını yürüten ekibin asıl derdi karmaşık ve ağdalı yapıya sahip olan dilimizi sadeleştirmekti. Bu yüzden fazlalık gibi gördükleri bazı harfleri 'dilimize lazım değil' diyerek elemişlerdi. Falih Rıfkı Atay, Türk Dili dergisinde yazdığı makalesinde o yıllarda harf karışıklığını nasıl aştıklarını şöyle anlatır.

'Komisyonda yazı değiştirmek lazım mı değil mi tartışmasını çabuk atlatmıştık. Fakat harflerin seçilmesinde yalnız Türk kelimelerini esas tutanlarla Osmanlıca'daki yabancı kelimelerin bütün söyleniş haklarını verecek harfler ve işaretler bulundurmak fikrini ileri sürenler arasında anlaşmazlık uzun sürdü. Biz Türkçü ve Türkçeciler sade bir alfabe istiyorduk. Arap söyleyişinin de eğer Arapça kelimelerde dilde kalacaksa bu yeni kalıp içinde eriyip kaybolmasının doğru olduğunu iddia ediyorduk. Q harfini bu sebeple reddetmiştik. Türkçe kelimeler için K harfi yetiyordu.'

KÜRTÇE NASIL OKUTULACAK?

Peki ya Kürtçe kelimler için bu yetiyor muydu? Kürtçe için bu harfler yetmiyor. Latin alfabesinden almadığımız Q harfi ile yine Rus alfabesinden almadığımız X harfi Kürtçe'nin en temel harfleri. Bunlar olmadan Kürtçe yazmak mümkün değil. Sanırım kritik noktaya geldik. Artık Kürtçe'yi gündelik hayatımızda kabul ediyorsak, bunun için devlet televizyonunda bir kanal tahsis etmişsek ve dahası Kürtçe eğitim veren üniversite için start düğmesine basmışsak artık mevcut alfabeniz yetmez olur!

Peki, şimdi İçişleri Bakanımızın yalanladığı habere gelelim. Beşir Atalay alfabemizde böyle bir değişikliğin yapılmayacağının altını ısrarla çizdi. YÖK'ün aldığı üniversitelerde Kürtçe bölüm kararından sonra ne olacak peki? Kürtçe dersler w, x harfleri olmayan bir alfabeyle mi okutulacak ya da Kürtçe alfabe resmi kabul görmeden devletin okullarına mı girecek. Her yanıyla karışık bir durum.

AGOP BEY'İN POLİTİKA VURGUSU

Eğer demokratik/Kürt açılımı yapılacaksa çözülmesi gereken ilk iş alfabe ve dil meselesidir. Açılımın sonu mutlaka resmi dil tartışmasına gider. Bunun sonu tabii temel doktrinin tartışılmasına kadar uzar. Yani devlet dilinde değişiklik yapılmasına! Bakın Dilbilimcimiz Agop Dilaçar 'Devlet dili olarak Türkçe' adlı kitabında ne diyor?

'Yeryüzünde konuşulmuş olan 2796 dilden bugün ancak 118'i devlet dilidir. Ancak, bu 118 dilin hepsi de büyük uygarlık dili sayılamaz. Devlet dili ne denli işlenmemiş olursa olsun er geç bir yazı dili doğurur, sonra da kendi çapında bir uygarlık dili durumuna gelir.'

Dilaçar, işin politik yanına da işaret ediyordu. Yani devlet olma refleksini gösteren millet aynı zamanda kendi diline de sahip olabilir diyordu. Bugün Agop Dilaçar yaşasaydı, alfabemize 3 harf ilave edilmesine karşı durmazdı. O daha çok Batı dillerinden Türkçe'ye girecek kelimelere karşı tedbir alınmasını ve dilimizin arı halinin korunmasını savunuyordu. Yoksa bir dönem tartıştıkları gibi 32 harfli bir alfabeye karşı değildi. Ancak işin politik bir hal almasına da karşı dururdu. Çünkü o ulus devlet modeline inanmış bir Ermeni yurttaşımızdı.

Mustafa Kemal'in önceki soyadı neydi?

21 Hazİran 1934 günü çıkarılan kanunla her Türk vatandaşının bir soyadı taşıması zorunlu kılındı. Soyadları Türkçe olacak, ırk ve millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimler soyadı olarak alınamayacaktı. Soyadı komisyonları kuruldu. Kendine yeni bir soyadı seçemeyenlere bu komisyonlarda soyadları verildi. Kısa sürede herkesin bir soyadı olmuştu. 'Beyefendi', 'Ağa', 'Molla', 'Hacı' gibi unvanlar tarihe karıştı. Peki, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk soyadını ne zaman aldı? Yasanın yürürlüğe girmesinden tam 5 ay sonra. Ulu Önder Mustafa Kemal'e Atatürk soyadının verilmesini Agop Dilaçar teklif etti. 24 Kasım 1934 günü yasa teklifi kabul edildi. Kabul edilen bu metnin yazılışı yıllar sonra birçok aceleci yazarımızı yanıltmıştı. 'Mustafa Kemal öz adlı cumhur reisimize Atatürk soyadı verilmiştir.' 'Mustafa Kemal öz adlı' tanımlaması kafaları karıştırdı. Soyadı kanununu doğru dürüst okumadıklarından Atatürk'ün önceki soyadının 'Öz' olacağını düşündüler. Öyle ya soyadı kanunu çıktıktan 5 ay sonra Atatürk soyadını almıştı. Bu süre içinde 'Öz' soyadını kullanmıştı. Oysa bu tamamen bir okuma hatasıydı. 'Öz adı Mustafa Kemal' olan denmek isteniyordu. Mustafa Kemal Atatürk'ün daha önce herhangi bir soyadı yoktu.

ERMENİ ASILLI TÜRK DİLBİLİMCİ

ASIL adı Agop Martayan idi. 1895'te İstanbul'da doğdu. Robert Koleji'nde okudu. Anadili Ermenice ve Türkçe'nin yanı sıra İngilizce, Almanca ve Rusça biliyordu. 1917'de yedek subay olarak bulunduğu Diyarbakır'da Alman subayların elinde gördüğü Macar Türkolog Julıus Nemeth'in 'Türkçe Gramer' kitabından etkilendi. Merakla okuduğu bu kitabı daha sonra gittiği Suriye cephesine de taşıdı. Mustafa Kemal'e belki de dil devrimi fikrini uyandıracak bu kitabı Suriye'de hediye etti. Daha sonraki yıllarda Türk dilinin gelişimi üzerine çalışmalar ve gazetecilik yaptı. 1932'de düzenlenen Türk Dil Konferansı'na dil uzmanı olarak davet edildi. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil teorisi üzerine çalıştı. Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri oldu. Soyadı kanunu çıktığında Mustafa Kemal ona Dilaçar soyadını verdi. O da kanun teklifiyle Atatürk soyadının verilmesini önerdi. Kitaplarında Agop ismini kısaltarak 'A. Dilaçar' ismini kullandı. 1979'daki ölümüne kadar 'Kutadgu-Bilig İncelemesi', 'Türk Dillerine Genel Bir Bakış', 'Devlet Dili Olarak Türkçe' gibi kitaplar yayınladı.

SONUMUZ ENVER PAŞA'YA BENZER

Falİh Rıfkı Atay, yeni Türk alfabesini 1 Ağustos 1928'de Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'e sundu. Heyecanlıydı. Atatürk okudu, inceledi, beğendiğini söyledi. Sonra Atay'a dönüp sordu:

'Yeni yazıyı ne kadar zamanda mekteplere ve halka mal etmeyi düşünüyorsunuz?'

'Arkadaşlar beş ila on yıl arasında bir mühlet düşünmektedirler. İlkokullarda ilk yıllarda iki alfabe birlikte okunmalı. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş bütün metin yeni yazıya çevrilmeli, diyorlar.'

'Ya üç ay da ya hiçbir zaman!'

'Üç ayda mı?'

Atay Atatürk'e bakakaldı. Atatürk 'Çocuğum' dedi. 'Gazetelerde beş yıl sonra yalnız yarım sütun mu eski yazı kalacak? Herkes o yarım sütunu okur. Beş yıl içinde harp gibi bir buhran çıkarsa bizim yazı da Enver yazısının akıbetine uğrar.'

Yarın:

Bayram kime ne getirdi?

Yakın tarihimizden şaşırtan bayram hikayeleri.

Siyasiler, sanatçılar ve yazarların ilginç bayram anıları.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber